Responsive Ad Slot

Bayram etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bayram etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Niksar'da Eski Bayramlar

Hiç yorum yok
Tokattan.net | Niksar'da Eski Bayramlar
T
okat'ın tarihi başkenti Niksar'ın gurbetteki en büyük sivil toplum kuruluşlarından biri olan ve İstanbul'da yaşayan Tokat Niksarlıları bir araya getiren  istanbul Niksarlılar Derneği'nin kurucu ve Onursal Başkanı, İş İnsanı Yüksel ALTUNER, Niksar'ın köklü gazetelerinden Yeşil Niksar gazetesi için 1940'ların Niksar'da yaşadığı bayram heyecanını kaleme aldı.

26 Ocak 2020 tarihinde aramızdan ayrılan Yüksel ALTUNER, 2 Ekim 2007 tarihli yazısında şu ifadelere yer verdi;
Biz çocuklar için bayram hazırlıkları ve heyecanı birkaç gün önceden başlardı.

Yeni bir elbise veya pantolon dikilmesi, yeni bir ayakkabı yaptırılması, bu hazırlıkların en önemli iki unsuru idi.

Genellikle dükkanımızdan kesilip terziye verilen kumaş, bu heyecanlı bekleyişin başlangıcı olurdu. Birkaç kez gittiğim provadan başka, zaman zaman terziye uğrar; - “Emmi benim elbisem dikildi mi ? “ sorusu ile terziyi bıktırırdım. Terziler bayrama birkaç gün kala yoğun bir çalışma içinde olurlardı.

Geceleyin evimizin penceresinden, ırmağın öbür geçesindeki çarşıyı gözetlerdim. Geç vakitlere kadar, terzi dükkanının küçük arka penceresindeki solgun elektrik ışığını seyrederken, yeni elbisemi düşlerdim. Yeni ayakkabımız genellikle çapula olurdu. Çapula, altı “gön” denilen kalın bir köseleden, üstü keçi derisi sahtiyandan oluşan bir ayakkabı idi. Arkası, tutulup çekilsin, kolay giyilsin diye uzunca olurdu. Hemen daima, bayramın son günü, amcamın diktiği bu çapulayı alır almaz eve gelir, iki çapulayı birbirine bağlayan ipi kestikten sonra her bir elimi bir çapulanın içine sokar, kaygan tabanını göğsüme ve yanaklarıma sürerdim. Nasıl olup da, çapulanın tabanının bu denli kaygan olduğuna şaşar kalırdım. Demirden bir örsle saatlerce bastıra bastıra sürülüp kayganlaştırıldığını sonradan öğrendim. O günlerin anısı için, yıllar sonra bir çapula yaptırıp evimde saklamak istemişimdir. Ne yazık ki Arasta çarşısının çapula dükkanları artık tarihe karışmıştı. Mesleği bırakmış eski çapulacılara ne kadar başvurdumsa o günlerin çocukluk anılarını bana verecek bir çapula diktirememişimdir. Bayramın son günü aldığım çapulamı, bayram gecesi yatarken yatağıma alırdım. Çapulanın kekremsi sahtiyan kokusunu hala genzimde duyarım.

Ertesi sabah, bayram namazına gideceğimiz için annem beni iş evimizdeki leğenin içersinde yıkardı. Boy abdesti aldırırdı. Leğenden çıkarken başımdan aşağıya üç tas daha su dökünür, en son annemin söylediği, “Elemtere fiş, kem gözlere şiş !...” tekerlemesini üç kez yineler, leğenden çıkardım.

Bayram sabahı annem beni uyandırır, abdest aldırır, camiye gönderirdi. İlkin babamla, babam öldükten sonra dayımla camiye giderdik. *( Baba Abdulkadir Altuner, 1945 yılında 35 yaşında vefat ediyor, Yüksel Altuner ise babasını kaybettiğinde henüz 9 yaşında.) Biraz büyüdükten sonra kendim de gitmeye başladım.

Bizim camimiz Arasta camii idi. Kendim gitmeye başladıktan sonra genellikle geç kalırdım. Camiye gittiğimde caminin içersi dolmuş olurdu. Ya kapının önlerinde kalır ya da sokakta. 

Arasta çarşısında.

Arasta çarşısı büyük taşlarla döşeli idi. Yıllar geçtikten sonra taşların arasındaki dolgu kumları ve çamurları gitmiş, taşların yuvarlak ve sivri uçları ortaya çıkmıştı. Bunların üzerine serilen hasır, kilim üzerinde bayram namazını kılardık. Arasta çarşısında bulunan dükkan sahipleri dükkanlarının kepenklerini çıkarır koyarlardı taşların üzerine.

Namazdan sonra mutlaka mezarlığa giderdik. Bizim mezarlığımız Melik Gazi’de idi. Harmancıkta ve Şakşak tarafında da mezarlıklar vardı. Mezarlığa gidişimizin törensel bir görünümü olurdu. Kalabalık 3 - 4 kilometre uzaktaki bu tarihi mezarlığa kutsal görevi yerine getirmek için akar dururdu. Yolda Çilhane ve Ünyeliler camiinin insanları da katılırdı. Mezarlıktan evlere dönüşümüz de aynı şekilde olurdu. Bu kez guruplar gittikçe küçülürdü.

Eve gelince büyüklerin elini öper, onların dualarını ve bahşiş olarak verdikleri paraları alırdık. Paralar bugünün kağıt paraları değildi. On para, kırk para, beş kuruş, on kuruş. Henüz enflasyon gelmemişti. Paralar uzun süre böyle gitti.

Bayramlaşmadan sonra yenilen kahvaltı değildi. Asıllı usullu yemek yenirdi. Hele kurban bayramında bu yemekler dahada görkemli olurdu. Nohutlu ve etli pilav bu yemeklerin baş mönüsü idi. Bugün bu gelenek unutuldu yada büyük kentlerde biz terk ettik bu usulü. Ama ben eşime bayram sabahı için hala etli ve nohutlu pilav yaptırırım. Çocukluğumun bayram sabahını bugün bile yaşarım.

Kurban bayramlarında sabah yaşayışımız biraz daha farklı olurdu. Mezarlıktan eve gelince kurban kesilirdi. Kurban; koyun, keçi ya da inek olurdu. Bizde genellikle koyun kesilirdi. Tanıdık bir kasap erkenden evimize gelir, birkaç gündür ahırda veya bahçede bekletilen kurbanlık koyunlar, avluya getirilir, gözleri bir bezle bağlandıktan sonra, daha önce açılan küçük bir çukurun yanında yere yatırılırdı. Dayım yatan koyunun yanında yere çömelir, bir yandan koyunun yününü eliyle sıvazlayarak okşar, bir yandan da tekbir getirirdi. Tekbirden sonra, işini bilen kasap “bismillah” deyip, bıçağını ustalıkla koyunun boynuna sürer ve kanını küçük çukura akıtırdı. Daha sonra derisi yüzülür, parçalara ayrılırdı. Biz çocuklar, evden getirilen leğen, sahan, kazan, ne varsa parçalanan etleri bunlara doldurur, içeriye taşırdık. Bundan sonraki kısım içerde, “işevinde” halledilirdi. Konu komşuya, akrabalara götürülecek etler ayrıldıktan sonra, geriye kalan etler kıymalık ve kavurmalık şeklinde hazırlanırdı. Kocaman bakır leğende toplanan, bıçakla ince kıyılmış etler, ocaktaki ateşin üzerine konulur, kıyma ve kavurma yapılırdı. Kurban kesilen sabahlarda evin içini kaplayan taze pişmiş et kokusu hala belleğimdedir. Ocakta kaynayan kıyma leğeninin içine konulan et suyu ile ıslanmış ekmeklerle birlikte yenilen etler bizim için ayrı bir şölen olurdu. Konu komşuya ve akrabalara ayrılan etleri, daha sonra, biz çocuklar, aynı gün geciktirmeden dağıtırdık. Buz dolabı yoktu ki birkaç gün bekletilsin.

Kurban kanı ve artıkları temizlenip, taşlar su ile yıkanırken içime hep bir hüzün çökerdi. Bu, evdeki bir yakını kaybetmenin hüznüne benzeyen bir boşluktu. Birkaç gündür sesine, varlığına alıştığımız kurban koyunlarının birden bire yok olmasına hüzünle karışık, şaşar kalırdım. Bu yokluğu ve sessizliği doğal karşılardık ama nedense biraz önceye kadar varlığı ile evimizin bir parçası olan koyunların yok olması ile daha önce yaşadıkları yerde bıraktıkları  sessizliğe bir türlü alışamazdım.

Bayram yemeğinden sonra biz çocukların ilk ödevi, diğer mahallelerde yaşayan akrabaları ziyarete gitmek olurdu. İlkin, Kale içindeki evlerinde büyük amcamla  birlikte oturan  “Neneme” giderdik. Daha sonra Dereçay Mahallesindeki amcamlara, ordan dönüşte de Karşıbağ’daki Ali emmimlere (Karslıoğlu) sonrada Ömer emmimlere giderdik. Kasabamızın ulu kişisi, aynı zamanda komşumuz Müftü Sait hoca ve hanımı Edaviye hanım eve uğramadan ziyaret edip elini öptüğümüz büyüklerimizdi. Evimizin hemen karşısındaki Şöhretoğullarına da uğradıktan sonra ceplerimiz şeker, kırık leblebi ve biraz da bozuk para ile dolu olarak eve dönerdik.

Bayram günü ödevim, babam öldükten sonra aynı evde oturduğumuz dayım Mustafa Özdemir’i ziyarete gelen konukları karşılamak, onlara şeker, kolanya vermek, giderken de ayakkabılarını rahat giyecekleri şekilde çevirmekti. Aşağıda, merdivenin önündeki “hayatı” silme kaplayan ayakkabıların kime ait olduğunu şaşılacak şekilde bilir, ziyaretçi konuğumuz giderken hemen bulur önüne koyardım. Çoğu zaman onlar salonda otururken ben aşağı iner, bütün ayakkabıları düzenli bir şekilde sıraya koyardım.

Dayım da; sabahleyin mahallenin büyüğü Sait hoca’yı, kayınvalidesi olan “nenemi”, ailenin yaşayan en büyüğü amcası oğlu Ali emmimi ziyaret eder, hemen eve dönerdi. Ondan sonra bayram boyu pek dışarıya çıkılmazdı. Hele, dayım hacı olduktan, sonrada milletvekilliği yaptıktan sonra , bayramlarda evimiz daha da dolup taşarmaya başlamıştı…

Bayram günlerimiz böyle geçerdi. Benim kuşağımın çocuklarındaki bayram anıları  üç aşağı beş yukarı böyledir…
 Hasan AÇIKEL  Tokattan.net
    Tokattan.net      Facebook/istanbulniksarlilardernegi

Ayten TURAN | Tokat'ta Mendil Kültürü Mü?

Hiç yorum yok
Size tatilden sonra bayram tadında çok eski bir anımı yazarak köşe yazıma başlamak istiyorum.

Ben İstanbul Sultanahmet Kadırga semtinin tarihi dokusunda büyüdüm. Birçok dinden insanın harmanlanarak can cana olduğu bir ortamda büyümenin şansına hep inandım. Evet öyle bir ortamda büyümemin hayata başka gözlerle bakmamı sağladığı için çok şanslıydım…

O dönemlerde bayramların, bayram tadında geçtiği dönemlerdi, bayramlar tatil gözüyle bakılmayan bayramları iç içe yaşanabilir zamanlar olarak gördüğümüz dönemlerdi…

Özellikle de kurban bayramlarında Rahmetli annemin arife gecesi kardeşlerim ve benim elime kına yakması kalan kınayı da mahallemizdeki komşularımıza göndermesi aklımdan çıkmayan en güzel şeydi.

Başta da yazdığım gibi oturduğumuz semt tarihi bir semt olduğu için o dönemler Yahudi’si de Ermeni’si de Müslümanı da aynı mahallede komşuluk yapardı, öyle güzel bir insan harmanı vardı ki bugünlere bakınca o günleri özlememek elimde değil.

O dönemlerde Kurban bayramı olsun, Ramazan bayramı olsun, ilk işimiz Müslüman komşulardan önce diğer komşularımıza giderdik. Yahudi olması ya da Ermeni olması hiç bir şey fark etmezdi.

Bayramlarda çocuk aklımda kalan o güzel insanların, güzel neşeli halleri, bizleri evlerine davet edip tatlılar ikram etmeleri ve tam çıkarken önceden hazırladıkları mendil içindeki lokumları bizlere vermesi olurdu.

Asla şimdiki gibi komşularımızdan rahatsız olmaz anne ve babalarımız bizler için endişelenmezdi. Çünkü o dönemler insanlar birbirlerini daha iyi tanırlar, birbirlerine daha iyi sahip çıkarlardı.

Bugüne bakınca nasıl bu hale geldiğimizi anlamak inanın çok zor.

Bizler o günleri yaşadığımız için şanslıydık ama şimdi çocuklarımız değerlerimizi bilmeyerek yaşıyorlar. Sanal ortamlarda kurdukları arkadaşlığı, dostluğu samimiyet sanıyorlar.

Bayramları tatile gidebilecekleri bir zaman biriminden ibaret sanıyorlar, yani anlayacağınız gün ve gün kötüye giden bir nesil yetiştiriyoruz.

Bu kadar karamsarlığın içinde memleketimiz olan Tokat'ta geçmişteki değerlerimizi geri kazandırmak yeni nesillere en azından bazı değerleri öğretmek adına bayramlar da mendil kültürü adında güzel bir çalışma var. Ha bu yeter mi, eski değerler yerine gelir mi? Bana göre sadece mendil kültürüyle bu iş olmaz, yinede bir başlangıç olduğunu umarak olabilir demek istiyorum.

Öncelikle Tokat'ta veya başka bir yerde farketmez çocuklarımıza insan sevgisini aşılamak lazım. Din, dil, ırk, mezhep gözetmeden insanları ötelemeden birleştirerek bir noktada yaşamayı öğretmek lazım, bu konuda Tokat ne kadar başarılı olur manidar.

Çünkü Tokat'taki bölünmeler ayrışmalar sanırım başka bir memlekette bu kadar çok görünmüyordur.

Hepimiz memleket sevdalısıyız,  görünürde hepimiz canız ama diğer taraftan hiç birimiz aynı çatı altında birbirimize tahammül edemiyoruz.

Edebilseydik, aynı çatı altında birlikte ses verebilseydik, bugün Türkiye’nin siyasetine tarih yazardık. Maalesef ki tarih yazmak şöyle dursun, siyasette biz yok olmaya mahkum oluyoruz, büyük şehirlerde bu kadar kalabalık olmamıza rağmen.

Anlayacağınız efendim önce eski kültürleri günümüze getirmek yerine insani duyguları aşılamak lazım yeni nesile iyi bir örnek olarak. Komşuluklarımızdaki ilişkileri gözden geçirmek lazım. Bizim bize lazım olduğumuzu bunu da mezhep, din yada görüş ayrılığıyla değil de, insana insanca saygı duyarak, gittiği yola bakmaksızın konu memleket olunca birliği göstermek lazım. Konu insanlık olunca da sevgiyi saygıyı öğretmek lazım.…

Bayram tadında günlerinizin olması dileğiyle…
Sevgiyle kalın…


 Ayten TURAN Yazar
    Tokattan.net       aytendoganturan@gmail.com

Yazarın Diğer Yazıları

Metin GÜRDERE | Tokat'ta Bayramlar

Hiç yorum yok
Herkesin dilinde bir söz vardır; "Nerde o eski bayramlar?" Eski bayramlar gerçekten de çok güzel olurdu. Çünkü o günlerdeki hayat bu günlere göre çok sade, çok durgun, tekdüzeydi. Günler birbirinin aynı olarak geçiyordu. Cep telefonları, elektronik haberleşme, özel araç sahipliğinin yaygınlaşması, uçak ve otobüslerde şehirler arası yolculuğun kolaylaşmış olması gibi sebeplerle bugün hayat o günlere göre en az yüz kat daha hızlı yaşanıyor.

İnsanların her anı dolu. Bir an durup da şöyle bir hayatı, bırakın başka anne ve babasını bile düşünecek vakti yok. Dikkati hep başka şeylere dönük.

Hayat bu hızlı akışı ile insanları esir almış, bir koşuşmacadır geçip gidiyor. Bayramlarda bu tempo içinde öyle arada bir gelip geçen günler haline geldi.

Değişen bayramlar değil insanlar ve hayat. Şartların böyle olmadığı, insanların hayatı sindire sindire yaşadığı eski sakin günlerdekini bayram demek farklı şeyleri yapmak, farklı şeyler yaşamak demekti.

Aslında bayram dediğimiz nedir ki?

Her gün yaşadığımız günlerden farklı günleri yaşamak.

Bayramları güzel yapan belki de bayram günleri kadar bayram hazırlıklarıydı. Bayram yaklaşınca herkesi bir heyecan sarardı. Günler önceden temizliği başlardı. O zamanlar evlerin temizliği bu günlerden zordu. Odaların döşemesi ev içindeki merdivenler, duvar boyunca yapılmış büyük dolaplar
hep ahşaptı. Bunlar tel fırçalarla silinerek temizlenirdi.

Ev halkına elbise, ayakkabı gibi şeyler "bayramlık" adıyla bayramlarda alınırdı. İnsanlara yeni bir elbise, yeni bir ayakkabı alınması bu günkü gibi sıradan işlerden değildi. Ailenin durumuna göre bunların bir-iki yılda özellikle çocuklar için mutluluk kaynağı olabiliyordu.

Arife günü mezarlık ziyaret günüydü. Bu adet bugün de devam ediyor. Bayram sabahı bayram namazı için camiye gitmek ayrı bir heyecan ve telaş konusuydu. Genelde insanlar kendi mahallesindeki camiye gider, bayram namazı da sonrası komşularıyla bayramlaşırdı.

İnsanların bir bayram namazında Yahya Kemal'in bir bayram sabahı Süleymaniye Camii'nde hissettiği ve ustalıkla dile getirdiği gibi yüce duygular kadar olmasa da kendince benzer güzel ve yüce duygular yaşadığını düşünüyorum.

Sonra eve dönüş, bayram yemeği, çocukların, gençlerin el öpme ziyaretleri...

Çocukluğumda rahmetli eniştem Mustafa KARAGÖZOĞLU ile bir bayram günü Kışla Semtindeki yakınlarına yaptığımız bayram ziyaretlerini hatırlıyorum. Ziyaret ettiklerimiz o günün şartlarında bile dar gelirli ailelerdi. Evleri küçük, misafir odalarındaki eşyaları çok sade idi. Pencerelerde elde
örülmüş perdeler, mahat yastıklarının üzerinde yine kanaviçe işlenmiş bir örtü. Bir kaç ahşap sandalye, yerde eskiden bezlerin şerit şeklinde yırtılıp tezgahta ipek dokunmasıyla yapılmış olan "çaput kilim" denen kilimler.

Bu sadelik icinde her yer pırıl, pırıl tertemizdi. Tıpkı insanların yüzleri gibi. Gülümsüyorlardı. Bu yoksulluk içinde mutluydular. Bu hayat şartlarını kabullenmişlerdi. Çünkü çevrelerindeki herkes bu şartlarda yaşıyordu. Doğup büyüdükleri ev de böyle bir evdi.

Herkes yoksulluk ve sıkıntı içinde idi. Mutluydular çünkü sahip olduklarından başka ulaşamayacakları istekleri ve beklentileri dolaysıyla da bunlara sahip olamama gibi mutsuzlukları yoktu.  Bu sebepten yoksulluk içinde bile mutlu insanlardı.

Bayramdan önce evinden ölü çıkmış olan aileler için ölümden sonra gelen ilk "ilk bayram" Tokat ve çevresinde çok özeldir. Bütün aile uzaktan yakından bir araya gelir. Onlar bayram ziyaret yapmazlar. Bayram günü acılarıyla bas başa kalmasınlar diye uzaktan yakından akrabaları eşleri dostları herkes onları ziyaret eder. Yaşlılar bile kendilerinden genç olanları ziyarete gider. Önceden bayram ziyareti yapmayanlar bile özel olarak "ilk bayram ziyareti" yaparlar. Günümüzde bu adet de Tokat'ta devam ediyor.

Bazı aileler için ilk bayram acısı hiç bitmez.

Babam çok genç yaşta 44 yaşında ölmüş, annem 37 yaşında dul, ablalarım ve ben öksüz kalmıştık. Ben 8 yaşındaydım. Yoksul değildik, babamdan kalanlarla "muhannete muhtaç olmadan" hayatımızı sürdürebiliyorduk. Ama bize sahip çıkacak, kol kanat gerecek kimsemiz yoktu. Yapayalnız bir kadın ailesi ve çocukları için hayat mücadelesi veriyordu.

Ve annem bayram sabahları gizli gizli ağlardı.

O gizlemeye çalışırdı ama biz bilirdik ağladığını...

 Metin GÜRDERE Devlet Eski Bakanı
    Tokattan.net       Tokattannet@gmail.com

Hasan AÇIKEL | Şehre Bayram Geldi...

Hiç yorum yok
Zaman ne çabuk geçiyor, yaklaşık 17 saat oruçlu geçen, bereketiyle serin yaz günlerini yaşadığımız kutlu zaman diliminin, Ramazan ayının sonunda Bayrama erişmemize saatler kaldı. Gurbette yaşayanlar Ramazan Bayramını sıla-i rahimde eş, dost, akraba ve arkadaşlarıyla geçirmek için yine ve yeniden yollara düştü ve kaderine yalnız düşen kentler dolup taşmaya başladı. 

Şehre bayram geldi, kaderine yalnız düşen kentlere gurbette özlemiyle kavrulan öz evlatları geldi, can geldi.

Şehre bayram geldi, günler öncesi bayram ve misafir hazırlığı yapılan evlere gurbetten kardeş, evlat, torun geldi, neşe geldi.

Şehre bayram geldi, caddelere ve sokaklara hareket, esnafa bereket geldi, bir masanın etrafında bir çay bardağının boşalıp diğerinin dolduğu, eski hatırların konuşulduğu dost muhabbetleri geldi.

Şehre bayram geldi, ilk ışıklarıyla sabahın, uykulu gözlerle alınan abdestle bir koşu gidilen, zengini fakiri, yaşlısı genci aynı safta, yan yana camileri dolduran cemaat geldi, vaazla başlayan, müezzinin davudi sesiyle devam eden, imamın “Bayram; Allah'ı bir, Peygamberi bir, Kitabı bir, aynı kıbleye yönelen, aynı heyecanı taşıyan Müslümanların sevinçlerini paylaştığı mukaddes bir gündür.” cümlesiyle özetlenen hutbeleriyle bayram namazı geldi.

Şehre bayram geldi, bayram namazı sonrası cami kapısında başlayan, sıranın en başına şehrin en yaşlısı ve hürmet görenlerine verildiği, ahalinin hürmeti ve sevgiyi hatırladığı bayramlaşmalar geldi, bayramlaşma sonrası kiminin evine kiminin de kabristanda gittiği, kayıpların dualarla anıldığı zamanlar geldi.

Şehre bayram geldi, namaz sonrası evlerde önce ellerin öpüldüğü, sonra evlerden çadırlara, sokaklara, mahallere taşan iftar sofralarının evvela eksikte olsa aile bireylerine sonrasında misafirlere açıldığı, çorbalar, dolmalar, çaylar derken Allah ne verdiyse yenildiği bereketli sofralar geldi.

Şehre bayram geldi, yemek sonrası yollara düşülen önce sokaktakiler sonra ev ev, eş dost akraba ziyaret edildiği, şekerlerin, tatlıların ve olmazsa olmaz dolmaların (yaprak sarması) ikram edildiği hoş sohbetler geldi.

Şehre bayram geldi, bayramlıklarla dolaşan çocuklara harçlık, şeker, tatlı bir güler yüz geldi.

Şehre bayram geldi, küskünlerin unutulduğu, herkesin önce selamlaşıp sonra bayramlaştığı mutlu ve huzurlu anlar geldi.

Şehre bayram geldi, akşamında evlerde daha geniş ailelerle, yemeklerin yenildiği, sohbetler edildiği, hasret giderildiği kavuşmalar geldi.

Şehre bayram geldi, iyi ki geldi, hoş geldi, bizlere mutluluk, kardeşlik, bereket ve hatırlanası anlar verdi.

Ve son söz Alvarlı Muhammed Efe Hazretlerinin gönül penceresinden; "Bayram o bayram ola..."

"Can bula cânânını
Bayram o bayram ola
Kul bula sultanını
Bayram o bayram ola.

Hüzn-ü keder def ola
Dilde hicap ref ola
Cümle günah af ola
Bayram o bayram ola.

Lütfi ya lütfü kerim
Erişe rahmü-rahim
Bermurad ede fehim
Bayram o bayram ola."

Ve bir hatırlatma; "Ramazan Bayramı" boyunca Tokattan.net olarak bizler, sosyal medyadaki paylaşımlarımızı #TokattaRamazanBayramı etiketiyle yayınlayacağız, sizlerde sosyal medyadaki paylaşımlarınıza bu etiketi ekleyerek Tokat'ımızın tanıtımına katkıda bulunabilirsiniz.

İyi Bayramlar...

 Hasan AÇIKEL Tokattan.net Genel Yayın Yönetmeni
    Facebook/NihatTUNÇEL       Tokattannet@gmail.com

Hasan AÇIKEL | Eski(meyen) Bayramlar...

Hiç yorum yok
Z aman ne çabuk geçiyor, 18 saat oruçlu geçen sıcak günleri yaşadığımız kutlu ve bereketli Ramazan ayının sonunda Bayrama eriştik, aradan 2 ay geçti ve bugün Kurban Bayramının arifesindeyiz. Gurbette yaşayanlar Kurban ibadetinin feyzini, bayramın samimiyetini yaşamak, bayramı sıla-i rahimde eş, dost, akraba ve arkadaşlarıyla geçirmek için yollara düştü, kaderine yalnız düşen kentler dolup taşmaya başladı. Hasan AÇIKEL, herkes için bayramları ve bıraktığı izleri yazdı.

  Bayramlarda, hemen hemen herkesin çok sık kullandığı ve klişe ifade haline gelmiş bir söz vardır; “Nerede o eski bayramlar?” Kimimiz bayram özlemi,  kimimiz ise serzeniş için tekrarlıyor bu kısa, özlü soru cümlesini. Bugün dünyanın değişik yerlerinde yaşayan, sıla hasreti çeken ve bayramların oluşturduğu manevi iklimden mahrum kalanlar için, “eski(meyen) bayramlar” ifadesi, çok daha anlamlı hale geliyor.

Hemen hemen herkes için ayrı bir anlam yüklüdür, bayramlarda. Sadece aileler, anneler, babalar, ablalar, çocuklar, esnaflar için değil şehirler, camiler içinde farklıdır bayramlar... Her ağızda farklı tatlar, yüreklerde farklı heyecanlar bırakır...

Aileler için, bayramlar kavuşmanın ve sevincin diğer adıdır. Zira yolu gurbete düşenlerin birbirlerine kavuştukları, hasret gidermek için bir araya toplandıkları, birbirleriyle kucaklaştıkları gündür, bayramlar...

Anneler, ablalar için sevinçle yorgunluğun birbirine karıştığı tatlı anların adıdır, bayramlar. Zira, belki yakınlardaki, belki uzaklardaki yakınlarının, misafirlerinin beklendiği günlerin öncesinde başlar bayram hazırlıkları. Önce temizlenir, köşe bucak evin her yerini, sonra köylerde ekmek tekneleriyle fırından sıra alınır, parmak ve pide pişirilir, tatlılar yapılır, dolmalar sarılır. Arife gecelerinde yakılan kınalı elleriyle bayram sabahı dahi anneler, ablalar boş durmaz evde. Bayram namazına gidenler için sofra hazırlıklarına başlanır, çaylar demlenir, dolmalar, çorbalar sofraya konulur. Gün boyu misafirler ağırlanır, uğurlanır. Ve geriye tatlı bir yorgunluk kalır.

Çocuklar için, harçlığın, şekerin, leblebinin, lokumun, tatlının, sevginin bol olduğu, yeni oyuncakların ve heyecanın adıdır, bayramlar. Zira günler öncesinde yeni elbise ve ayakkabı alınır ve bayram sabahına kadar saklanır. Bayram sabahında uykulu gözlerle abdest alınır, yeni elbiseler, ayakkabılar giyilir ve tutulur cami yolunu babalarla. Bayram namazı kılınır, sonra büyüklerin elleri öpülür, harçlıklar alınır. Şeker toplanır, bakkallardan çat patlar alınır, oyunlar oynanır...

Ya esnaflar için, bolluk, bereket ve kazancın adıdır, bayramlar. Bayram öncesi dolar bakkallar marketler, alışveriş merkezleri alışveriş yapanlarla. Berber ve kuaförlerde sıra bulmak zorlaşır. Bayramın 1. günü şehirlerde ekmek çıkmaz, arifeden alınır her şey.

Ve üzerine yalnızlık düşen şehir için bayram, bayramdır. Gurbettekilerin sılaya 3-5 günde olsa sılaya dönüşüyle dolar evler, caddeler, sokaklar insanlarla. Sıcak karşılamaların ardından dostlarla akşam oltaları atılır, şehrin meydanlarında, sokaklarında. Eski günler, anlar yad edildiği çay sohbetleri yapılır, kahvelerde geç saatlere kadar. Ve Camiler, namaz öncesi vaaz eden hocanın sesi yankılanır, sonra duyulur müezzinin davudi sesi. Her bayram öncesinde olduğu gibi imamın bayram namazını kılınışını anlatmasıyla başlar bayram namazı, Ve namaz imamın “Bayram; Allah'ı bir, Peygamberi bir, Kitabı bir, aynı kıbleye yönelen, aynı heyecanı taşıyan Müslümanların sevinçlerini paylaştığı mukaddes bir gündür.” cümlesiyle özetlenen hutbeyle biter. Cami kapısında başlar, bayramlaşma telaşı. Sıranın en başına şehrin en yaşlısı ve hürmet görenleri geçer, sırayla bayramlaşır ahali herkesle. Bayramlaşma sonrası kimisi evine kimisi de mezarlığa gider, dua eder ölenlerine. Şehrin her yerinde bayramlaşır ahali gördüğü herkesle, unutulur küskünlükler. Ve bayram sonrası boşalır sokakları, caddeleri şehrin. Yine kaderine yalnız düşer kentlerin.

Ve Kurban Bayramlarında ise kurbanlıklar alınır, günler öncesinden ve bayram günü tekbirlerle kesilir. Üçe ayrılan Kurban etinin bir kısmı fakirlere dağıtılır, bir kısmı gelen misafirlere ikram edilir, kalan ise ev halkına ayrılır... Ramazan Bayramında namaza gitmeden önce bir şeyler yemenin Kurban Bayramında ise kesilen kurbanın eti pişene kadar hiç bir şey yememenin faziletli olduğuna inanılır.

Ve son sözler büyük usta Can YÜCEL'den;
“Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.

Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.

Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır.

"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...

Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.

Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi,  nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.

Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram..
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.
Her gününüz bayram olsun..!”


 Hasan AÇIKEL  Tokattan.net Genel Yayın Yönetmeni
 KOLAJ | Tokattan.net  Yazar Email | Tokattannet@gmail.com
Okumadan Geçme
© Tüm hakları saklıdır
2016-2022 Tokattan.net